Küba Sandviçinin Mitolojik Tarifi ve Püf Noktaları: The Chef


Not: Aşağıda verilen tarif, yazıdan bağımsız olmak üzere Küba sandviçinin birebir tarifidir.

Malzemeler
Jambon/Salam
İsviçre peyniri
Kornişon turşusu
Zeytinyağı
Hardal
İsteğe bağlı olarak dereotu, domates, marul
***
Ocaklar yansın, şef bıçağı hazırlansın ve Carl Casper’ın gösterisi başlasın!
Yemek yapmaya az çok ilgiliyseniz, yahut seçici bir damak zevkinizin olduğunu düşünüyorsanız şimdi 2014 yapımı kusursuz bir mutfağa davetlisiniz: Chef. Ancak dikkat edin; burada harfiyen uyulması gereken kurallar var, aksatmaksızın işleyen bir çark var, soluklanmaya neredeyse hiç müsaade etmeyen bir tempo var ve tüm bu düzenin içinde en ufak hataya yer yok. Çünkü burası, başrol oyunculuğunu Jon Favreau’nun yaptığı şef Casper’ın mutfağı!
Her mutfağın bir arka kapısı olduğu gibi elbette buranın da yalnızca personele ait bir bölmesi var. Bu bölmede en güzel yemeklerin yanında pişen muhabbetler ve arkadaşlıklar, her şeyin ötesinde, personeli bir aile bağı ile bütünleştiren paha biçilmez unsurlar. Peki, yüzlerce kişiye parmak ısırtan bu mekânın arka mutfağında başka neler pişiyor olabilir? Daha yakından baktığımızda, birbiri ardınca incecik doğranmış dilimlerin arasına gizlenen mitolojik bir öykünün ya da psikolojik sendromların izine rastlayabilir miyiz? Gelin bu son derece iştah açıcı şahane mutfağın, Chef’in her sahnesine konuk olalım.
***
Kökeni kesin olarak bilinmese de Kübalılara özgü meşhur sandviç Cubano’nun, ilk olarak Sanayi Devrimi yıllarında sigara fabrikaları ve şeker imalathanelerindeki işçiler arasında ortaya çıkan bir atıştırmalık olduğu düşünülmektedir. Daha sonra yaygınlaşan ve yerel bir tat hâline gelen sandviç, özellikle Küba ile Florida arasındaki uzun ve geniş yol güzergâhında seyahat eden pek çok yolcunun vazgeçilmezi olmuştur.
***
Carl Casper, geniş bir coğrafyada adından söz ettiren, oldukça başarılı bir şeftir. İşine, Küba’da yerel yemekler yaparak başlamış, ardından Amerika’ya gelerek Riva’nın (Dustin Hoffman) meşhur lokantasında baş şef olarak devam etmiştir. Ne var ki hiç de kolay olmayan bu süreç ve aralıksız yoğun geçen tempo içinde Carl, zamanla ailesinden uzaklaşmış ve bu uzaklaşma sonucunda eşiyle arasındaki evlilik bağı kopmuştur. Artık hafta sonları, oğlu Percy (Emjah Anthony) ile “vakit geçirerek” babalık sorumluluğunu yerine getirir (!). İkisi de birbirinden yorucu ve stresli olan özel hayatı ile iş hayatı arasında bir sandviç gibi sıkışmış olan Carl’ın karşısına günün birinde, mücadele etmesi gereken yeni bir zorluk çıkar: Los Angeles’ın en prestijli eleştirmenlerinden Ramsey Michel, Riva’nın yıllar önce geldiği lokantasını yeniden ziyaret ederek mekân ve menü hakkında güncel bir eleştiri yazacaktır. İsimlerini ya başköşeye ya da kara listeye koyacak olan bu eleştiri, Carl’ın nezdinde kariyeri için adeta yeni bir çağın dönüm noktası, aynı zamanda tüm yeteneklerini sergileyebilmek için de bulunmaz bir fırsattır. Ancak filmin kurgusunu şekillendiren çatışma, tam da burada ortaya çıkan bir sorunla karşımıza gelir: Müşterilere yıllardır aynı menüyü sunan Carl, yeni deneysel tatların peşindedir. Fakat Riva, özellikle böylesine önemli bir eleştirmeni ağırladıkları bir günde, hiçbir surette risk almak istemez ve geleneksel menünün hazırlanmasını emreder.

İlk başta karşı geldiği hâlde nihayetinde patronunun emrini uygulamak zorunda kalan Carl, her şeye rağmen elinden gelenin en iyisini yaparak mükellef menüyü hazırlar ve Ramsey’e sunar. Yemeklerin tadına bakılır, puanlama yapılır ve Ramsey, ertesi gün Carl Casper hakkında yayımladığı hükümde kalemi kırar. Yemeklerin fazla geleneksel ve sıradanlaşmış olduğunu belirten ağır eleştiri yazısı, Carl ve ekibinin moralini yerle bir eder. Filmin bundan sonraki seyrinde Carl, Riva’yla sert bir tartışmaya girerek işten ayrılır ve eski eşinin destekleriyle kendi işini yeni baştan kurar. Ancak inşa edilen yalnızca yeni bir iş değil; daha da önemlisi, Carl’ın geri kalan tüm hayatı, uzun zaman önce koparmış olduğu aile ilişkileri, değerini yeniden anladığı arkadaşlıkları ve tabii ki babalığıdır.
Şimdi klasik başarı öykülerinden pek de farklı gözükmeyen olay örgüsünün içinden çıkıp filmde ısrarla tekrar eden birtakım ifadelere, sahnelere ve söylemlere biraz daha yakından bakalım. Çünkü buraya kadar anlatılan sahnelerin içinde, ancak usta bir şefin dilimleyebileceği incelikte birtakım püf nokta bize göz kırpıyor.
***
Cubanos yapımında dikkat edilmesi gereken iki önemli unsur vardır: sandviç içindeki peynirler tam olarak erimeli ve ekmeklerin her iki yüzü de eşit miktarda kızarmalı, yani sandviç, ‘simetrik’ bir görünüm kazanmalıdır. Bunun için öncelikle ekmeklerin iki yüzüne fırça yardımı ile zeytinyağı sürülür. Ardından ekmekler, hafifçe kızarana dek tereyağı ile yağlanmış ocakta ısıtılır. Bu sırada ince dilimlenmiş jambon/salam, ekmeklerin üzerine konmadan önce birkaç dakika pişirilir.
***
Filmin bel kemiğini oluşturan konulardan biri, ilk olarak Carl’ın, Ramsey için özel menünün hazırlanacağı gün Riva ile yaptığı konuşma sahnesinde karşımıza çıkar. Vakit dar, hazırlanacak menüyse epey kalabalık ve meşakkatlidir. Bu nedenle Carl, elini mümkün olduğunca çabuk tutmak, mutfağın tüm kontrolünü aksatmadan sağlamak zorundadır. Sabahın erken saatinde önlüğünü takar, bütün çalışanlarını karşısına alarak mükemmeliyetçi bir lider edasıyla direktifleri verir, iş bölümünü yapar. Bu sırada Riva gelir ve Carl’ın planladığı menü üzerine konuşmaya başlarlar. Riva, menüyü yeniden şekillendirmesi konusunda Carl’a yardımcı olabileceğini söyler ama Carl, “Yönlendirmeye ihtiyacım yok, bana yalnızca serbest bir alan gerek.” diyerek patronunu, açık bir tutumla kendi çalışma alanı olan mutfağından sınır dışı etmeye çalışır. Riva, çok değer verdiği usta şefini incitmek istemez, ancak Carl’ın bu sert ve emredici tutumundan da hoşnut olmaz. Nitekim olaya derhal müdahale etmek için diğer çalışanların mutfaktan çıkmasını rica ederek Carl ile özel olarak konuşmak ister. Carl için bu, sindirilemez bir harekettir. Çalışanların mutfaktan çıkmasıyla baş başa kaldıklarında aynı sert tutumunu sürdürerek Riva’ya “Personelimin önünde benimle böyle konuşamazsın. Onlar benim çalışanım ve onlarla ancak ben bu şekilde konuşabilirim.” der. Benzer olarak başka bir sahnede eski eşi, Carl’a lokantayı bırakıp kendi işini kurması için teklifte bulunduğunda Carl, teklifi derhal reddeder. Bu tepkiye şaşıran eski eşi, Carl’a neden bu kadar kibirli olduğunu sorduğunda Carl, sert bir üslupla hiçbir bağışı istemediğini, işine dönmesi gerektiğini söyler. Bu sahneler esnasında Carl’ın ses tonuna, mimiklerine, alttan yukarı doğru net biçimde karşısındakine diktiği bakışlarına dikkat edilirse, etrafındakilere yönelttiği bu cümlelerin ortak olarak söylediği içgüdüsel mesaj özetle şudur: “Burası benim alanım. Bu alanın sınırları dâhilinde lider olan benim. Dolayısıyla burada benim kurallarım geçer ve kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur.” Adım adım takip edildiğinde Carl’ın tutum ve davranışlarındaki tüm bu ayrıntılar, bizi Hubris Sendromu’na götürür.

Nedir peki Hubris Sendromu? İlk kez İngiliz psikiyatr David Owen ile Jonathan Davidson’ın 2010’da tıp dergisi Brian’da açıkladıkları psikolojik anormali, özellikle siyasi liderlerde rastlanan ve benmerkezci egonun, benlik üzerinde ileri derecede hâkim olmasından kaynaklanan bir sendromdur.  Adı üzerinde Hubris, yani “kibir” sendromu yaşayanlar, kontrol alanlarına kimseyi yaklaştırmak istemez, hâkimiyetlerine gelecek hiçbir müdahaleyi kabul etmez, birtakım kontrolsüz, dürtüsel eylemlerin yanında aşırı özgüven gösterirler; tıpkı Carl’ın, sendromun semptomları gittikçe belirginleşen davranışlarında olduğu gibi. Bunun yanı sıra filmde tekrar eden bir başka durum, etrafındakilerin, Carl’ın son zamanlarda kilo almış olduğunu söylemeleridir. Kurgunun ilerleyişi göz önünde bulundurulduğunda bu kiloların, aslında Hubris Sendromu’nu destekleyen yönde hırslanarak büyüyen ve genişleyen bir ego olduğu açıktır. Dolayısıyla Carl, egosu ile kimi noktalarda feragat etmek zorunda olduğu kariyeri arasındaki ince çizgide yürür. Bir karakter olarak esas mücadelesi, Homeros’a kadar uzanan destan ve mitolojik hikâyelerin merkezinde yer alan savaştır: eğer kibrini yenebilirse gerçek bir kahramana dönüşecek, yenemezse de kendi egosunun kurbanı olacaktır. Bu ayrım da filmin bir diğer püf noktasına kapı aralar: Narsis miti.
***
Ekmeklerin her iki yüzü de eşit miktarda kızardıktan sonra tek taraflarına ince bir tabaka hardal sürülür. Hafif pişmiş olan jambon/salam, üzerlerine yerleştirilir. Sırasıyla orta kalınlıkta dilimlenmiş İsveç peyniri, ince şeritler hâlinde kornişon turşusu, isteğe bağlı olarak domates, marul ve dereotu konur.
***
Efsaneye göre herkesi kendine âşık eden, fakat kimsenin aşkına karşılık vermeyen güzeller güzeli peri kızı Ekho, bir gün ormanda dolaşırken genç ve yakışıklı bir avcı olan Narsis’e gönlünü kaptırır. Ne var ki Narsis, Ekho’nun aşkını karşılıksız bırakınca, gökyüzündeki tanrılar bu duruma çok öfkelenir ve Narsis’i cezalandırmaya karar verir. Kılınan cezaya göre Narsis, ilk gördüğü kişiye âşık olacaktır; nitekim bu, bir gün göl kıyısında dolaşırken suda gördüğü kendi yansımasından başkası değildir. Narsis, oracıkta kendine büyülenmişçesine hayran kalır ve ömrü boyunca ne tinsel ne de tensel bir karşılık bulabileceği acımasız bir aşkın pençesinde günden güne eriyip gider.

Evet; cümleler, söyledikleri şeyler kadar söylemediklerinin de anlamını taşır. Carl’ın, Ramsey’e ısrarlı bir şiddetle “Ben beğenilmek istemiyorum!” deyişinde “eko” yapan, aslında tam da reddettiği beğenilme arzusudur. Bunu, Carl’ın sosyal medya ile tanıştığı ve bu sanal ortamda kendi sesini duyurarak bir çeşit “yankı” oluşturabileceğini keşfettiği sahnede de görmek mümkündür. Tıpkı mitolojik efsaneye konuk olan Narsis gibi Carl da zamanla, yaptığı her işin insanlardaki yansımasına müptela hâle gelir. Gerek iş arkadaşlarına yeni yaptığı yemeği tattırırken hissettirdiği gerginlikle, gerekse cevabını fazlasıyla aldığı hâlde defalarca sormayı sürdürdüğü “Nasıl olmuş?” sorusuyla adeta Narsis’in sudaki yansıması –ekosu- karşısında asla tatmin olamayışını canlandırır. Sunduğu yemeklerin ardından sosyal medyaya kilitlenir, umduğu karşılığı alana dek hakkında yapılan yorumlarla mücadele eder. Fakat Carl’ın yüzünden eksik olmayan memnuniyetsizlik ve içinden gelmeyen tebessümeler, sosyal medyanın getirdiği yankının yeterli olmadığını, ruhun farklı bir doygunluk aradığını gösterir. Çünkü ego tatmin olmaz; kendine olan açlığı son bulmayan Narsis gibi kontrolünü yitirmeyi göze alarak yankısının peşine düşer. Kahramanımızın erdemliliğini sınayacak olan esas yolculuk da burada başlamıştır. Carl, nihayetinde eski eşinin teklifini kabul ederek kendine bir yemek karavanı edinir. Annesinin işleri dolayısıyla bir süreliğine ona eşlik edecek olan Percey ve daha sonra aralarına katılan eski iş arkadaşı Martin ile birlikte bu karavanda Küba sandviçi yapıp satarlar. Percey’in sosyal medya üzerindeki aktif paylaşımları sayesinde karavan, kısa sürede bölge çapında büyük ses uyandırır. İşte bu ses, Narsis’in egosunu doyuracak, ancak ruhunun derinliklerine ulaşmaya gücü yetmeyecek olan yankıdır; ta ki filmin sonunda Percey, çıktıkları yemek turnesi sırasında Küba sandviçinin püf noktalarını öğrenerek nihayet babası, ünlü şef Carl Casper gibi kendi sandviçlerini yapana dek. Carl, ömründe ilk defa içinde taşıdığı heyecanı oğluyla paylaştığı, yani en büyük tutkusunun yansımasını oğlunda gördüğü bu sahnede içtenlikle gülümser ve büyük bir coşkuyla herkese seslenir: “Hey, oğlumun yaptığı sandviçlere bakın!” İşte bu, ruhun aradığı ses, yani karşılıksız sevginin yansımasıdır. Carl, kucağında büyük bir egoyla çıktığı bu yolculukta, üzerindeki bütün fazlalığı atarak gerçek bir kahramanın erdemlerine ulaşmıştır.
***
Elde edilen, birbirinin aynısı iki tost ekmeği dikkatli bir biçimde, simetrik olacak şekilde üst üste konarak birleştirilir. İçindeki malzemeye zarar vermeden peynirler eriyene kadar tost makinesinde pişirilir.
***
Bir ayrıntı: Küba sandviçiyle mi başlamıştı Carl’ın yemek tutkusu? Belki şekil itibariyle bu sandviç, rastlantısal bir seçim değildir. Çünkü Küba sandviçinin püf noktası, her iki ekmeğin de birbirinin yansıması olacak şekilde hazırlandıktan sonra bir araya getirilmeleridir. Ekho’nun karşılık bulamayan yankısı, Narsis’in suda ulaşamadığı aksi gibi…
***
Share on Google Plus

About Unknown

0 yorum:

Yorum Gönder