20 yıl sonra, 28 Şubat


28 Şubat'ın 20. yılında 28 Şubat ve OHAL'deki siyasi sürecin farkları ve benzerlikleri!

Tam 20 yıl önce bugün gerçekleştirilen 28 Şubat askeri darbesi, daha öncekilerden farklı olarak askeri zor ile tahkim edilen ‘Silahsız Kuvvetler’in önemli pay sahibi olduğu bir darbeydi. Necmettin Erbakan’ın başbakanı olduğu Refah-Yol Hükümeti, 9 saat süren 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararları ile iktidardan düşürülmüştü.

TSK DESTEKLİ ‘SİLAHSIZ KUVVETLER’İN POSTMODERN DARBESİ

Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Emekli Tümgeneral Erol Özkasnak 28 Şubat’ı ‘Postmodern darbe’ olarak adlandırırken, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir de, ‘Demokrasiye balans ayarı yaptık’ ifadeleri ile gündem oldu. Çevik Bir, daha sonra, 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın yargılandığı, 28 Ekim 2014 tarihinde görülen davanın 67. duruşmasında bu sözleri kullanmadığını söyledi. 
Sürecin önemli isimlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya da, bu müdahale için, “Bu defa silahsız kuvvetler gereğini yapsın” ifadelerini kullanmıştı.
Bu sözler, Hürriyet gazetesinin o dönemki genel yayın yönetmeni olan Ertuğrul Özkök’ün 20 Aralık 1996 tarihli köşesinde ‘‘Bu Kez Silahsız Kuvvetler Halletsin’’ başlığıyla yayımlandı. Hürriyet’in manşetten yayımladığı yazıda Oramiral Erkaya’nın ismi açıklanmamış, sözleri bir ‘‘Kuvvet Komutanı’’na atfen verilmişti. 
Daha sonra Sedat Ergin, Hürriyet’teki 25 Haziran 2000 tarihli köşe yazısında bu ismi açıkladı: “20 Aralık günü Genel Yayın
Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök’ün ‘Politika’ köşesinde ‘Bu Kez Silahsız Kuvvetler Halletsin’ başlığıyla yayımlandı ve Türkiye’nin gündemine bir bomba gibi düştü. Yazıda Oramiral Erkaya’nın ismi açıklanmamış, sözleri bir ‘Kuvvet Komutanı’’na atfen verilmişti. Bu komutanın kim olduğu Türk kamuoyunda ve hatta ordunun üst kademesinde uzun süre merak konusu oldu. ‘Silahsız kuvvetler doktrini’ni ortaya atan kişi Oramiral Erkaya’ydı.”
Erkaya’nın sözleri, 28 Şubat pratiğinin en iyi özetlerinden biriydi. Medya, rektörler, yargı bürokrasisi, işçi ve patron örgütleri, 28 Şubat’ın gönüllü ‘Silahsız Kuvvetleri’ olarak iş gördüler. Bunu yıllar sonra itiraf edenler de oldu.

BERKAN: HEPİMİZ KULLANILDIK

28 Şubat müdahalesi döneminde Radikal’in Ankara Temsilcisi olan İsmet Berkan, şu anda cezaevinde bulunan Yeni Şafak gazetesinden Murat Aksoy’un, sorularını yanıtlarken yıllar sonra şöyle dedi: “Medya olmasaydı 28 Şubat başarılı olamazdı. Medya neredeyse gönüllü olarak psikolojik harekatın parçası oldu. Hepimiz kullanıldık ve kendimizi kullandırdık.” (Yeni Şafak, 16 Nisan 2012)
İsmet Berkan, aynı söyleşide ‘Postmodern darbe’ sözünü de ilk kez Özkasnak’tan duyduğunu söyledi: “1 Mart sabahı bir şeyler öğrenmek için komutanları aradım, notlar bıraktım. Bana ilk dönen Erol Özkasnak oldu. Sesi hayli neşeli idi. ‘21. yüzyılın ordusu yaptı mı böyle yapar, herkes bizden 12 Eylül darbesi gibi darbe bekliyordu ama biz post-modern zamanların ordusuyuz, yaptık mı böyle yaparız ‘ dedi. Postmodern darbe terimini ilk kez Özkasnak’tan duydum.”
O dönem, darbeye kadarki süreçte iktidarın yanında olan ‘İslamcı’ gazetelerden de darbeye açık destek geldi. 
Zaman gazetesi 2 Mart 1997 günü ‘Demokrasiden dönülemez’ manşeti ile çıkmış, Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ve Cumhurbaşkanı Demirel’in onayını alan yeni Hükümeti de manşetine şu başlıkla taşımıştı: ‘Hayırlı olsun’ (1 Temmuz 1997)
O süreçte Evrensel’in kapanmasının ardından Emek gazetesi çıkıyordu. Sincan’da tankların sokağa çıkmasını Emek’te, 5 Şubat
1997 günü ‘Tanklarla Gözdağı’ manşeti ile vermiş, 9 saat süren 28 Şubat tarihli MGK kararlarını da, “Muhtırada Mutabakat” manşeti ile duyurmuştuk.
28 Şubat müdahalesine dair yazdığım ve ‘Komuta altındaki demokrasi’ başlıklı köşe yazım nedeni ile hakkımda ‘TSK’ye hakaret’ten dava açılmıştı. Mahkum olabileceğimin söylendiği o davadan beraat ettim. Mahkeme başkanı kararını açıklarken eşine o günlerde pek rastlanmayan bir yorumla ‘Yazar, askeri darbeyi eleştirmiştir’ diyerek, bunun ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu dile getirmişti.

ERBAKAN İÇİN YOLUN SONU, ERDOĞAN İÇİN YENİ BİR BAŞLANGIÇ

Tarihin bir ironisi olarak, Erbakan’ın öğrencisi olan Erdoğan, hocasını iktidardan düşüren 28 Şubat’ın ardından siyaset sahnesine yeni bir parti girişimi ile girdi ve AKP o dönemde medyada ‘yenilikçiler’ olarak adlandırılıyordu. Erbakan için yolun sonu olan 28 Şubat, Erdoğan için yeni bir başlangıç oldu.
28 Şubat’ı gerçekleştirenler ile bugünkü Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı, ‘laiklik’ bakımından karşıt taraflarda gözükse de, siyasal alana müdahale yöntemleri bakımından benzer pratiklerin altına imza attılar.

20 YIL SONRA YENİDEN SİYASET DİZAYNI 

28 Şubat darbesini gerçekleştirenler, askeri zor ile tahkim edilen ‘sivil kuvvetlerle’ amaçlarına yürürken, Erdoğan liderliğindeki AKP Hükümeti de, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, ‘darbe ile mücadele’ adı altında devreye soktuğu OHAL ve çıkardığı KHK’lerle ülkeye bir askeri darbenin sonuçlarını yaşattı, yaşatıyor. O dönemki zor destekli ‘silahsız kuvvetler’ eliyle gerçekleştirilen siyaset dizaynının yerini, bugün yine zor destekli olarak AKP denetimindeki yargı ve iktidar eliyle oluşturulan ‘havuz medyası’nın marifetiyle gerçekleştirilen siyaset dizaynı aldı. Bunun başlangıcını, AKP’nin tek başına iktidar olma şansını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra attığı adımlara kadar götürebiliriz.
28 Şubat’ta Refah-Yol iktidardan düşürülerek Meclise müdahale edilirken, bugün de Meclisin 3. partisi HDP’nin Eş Genel Başkanları ve milletvekilleri tutuklanmış durumda. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesini de ekleyin.  
Aslında bu dönem yaşananların 28 Şubat’a göre fazlası var, eksiği yok. 28 Şubat döneminde yargılanan gazeteciler beraat edebiliyordu, bu dönemde Türkiye gazeteciler açısından dünyanın en büyük hapishanelerinden biri haline geldi. Bu dönemde kapısına mühür vurulan medya organları ve basına açılan davalar, darbe dönemleri ile kıyaslanamayacak düzeylerde. ‘Bu ülkeye barış gelsin’ dediği için dünyası karartılmaya çalışılan akademisyenlerden Mehmet Fatih Traş’ın çok failli bir politik cinayet olan intiharı bu dönemin bir kabusudur.
Üniversitelerde gerçekleştirilen akademisyen ihraçları bakımından da bu dönem hiçbir darbe dönemi ile kıyaslanamaz.
Share on Google Plus

About Unknown

0 yorum:

Yorum Gönder